Üst düzey mühendisliği, kalite ve güvenilirliğiyle BMW, kuruluşundan bu yana tutkunlarına benzersiz bir sürüş deneyimi vadederek onların hayallerini süslüyor.
En değerli ve popüler otomobil markaları arasında yer alan BMW’nin köklü tarihinde, azim ve kararlılıkla dolu etkileyici bir öykü de var.
BMW’nin kökenleri 1913’e, Karl Friedrich Rapp tarafından kurulan “Rapp Motorenwerke” isimli şirkete kadar dayanıyor.
BMW’nin öyküsü Karl Friedrich Rapp isimli Alman makine mühendisinin azmi ile başlıyor.
Daha önce Mercedes’le tanınan Daimler Motor & Gesellschaft (Daimler Motor Şirketi) için teknik bir tasarımcı olarak çalışmış olan Rapp, bu işinden ayrılarak, “Flugwerk Deutschland” isimli uçak motorları üreten bir şirketin yönetimine geçti.
Ancak 1913 yılında şirketin işlerinin kötüye gitmesi üzerine şirketi terk etmek yerine satın alan Rapp, “Rapp Motorenwerke” (Rapp Motor Tesisleri) adını verdiği şirketi hayata geçirdi ve hızla büyümeye başladı.
Yalnızca iki yıl içinde “Rapp Motorenwerke” 370 çalışanı olan büyük bir şirket hâline gelmişti.
I. Dünya Savaşı’nın başlarında Rapp’in motorları güvenilir olmadığı için şirketin işleri kötüye gitmeye başladı.
Rapp Motorenwerke, savaş sürerken neredeyse iflas etmek üzereydi. Fakat ordunun son dakikada yüklü miktarda motor sipariş etmesi Rapp’i ve şirketi bir süreliğine kurtardı.
Ancak sipariş belirli şartlarla gelmişti. Rapp gibi eski bir Daimler çalışanı olan Franz Josef Popp, Avusturya Donanması için bir temsilci olarak şirkete gönderilmişti.
Fakat asıl geliş amacı temsilcilik değil, şirketi Rapp’in elinden almaktı!
Şirkete geldiği anda yönetimsel ve operasyonel eksiklikleri tespit ederek bunların giderilmesini sağlayan Popp, kısa süre içerisinde amacına ulaştı.
Problemleri giderdi, kendisini yönetim kuruluna sevdirdi ve şirketin sahibi Rapp’in pozisyonundan alınmasını ve uzaklaştırılmasını sağladı.
Popp şirketi devraldıktan sonra ismini Bayerische Motorenwerk yani kısaca BMW olarak değiştirdi!
Şirketin potansiyeline inanan Popp, eski sahibinin isminin şirket adında yer almasını istemiyor olacak ki Türkçesi “Bavyera Motor Tesisleri” olan “Bayerische Motorenwerk” ismine geçiş yaptı ve bir efsane doğdu.
Hâlâ kullanılmakta olan mavi beyaz logoyu da Bavyera eyaletinin bayrağından esinlenerek tasarladı.
Artık BMW markası gerçek potansiyelinin peşinde koşmaya hazırdı ve büyük çaba ve yatırımlar sonucunda ilk uçak motorunu üretti.
Savaş sonrasında uçak motorlarına olan talebin azalması BMW’yi farklı bir alana yöneltti.
Almanya’nın savaşı kaybetmesinin ardından imzalanan Versay Antlaşması, silah ve benzeri ürünler Alman üreticilerinin işlerini durma noktasına getirmişti.
Franz Popp şirketin üretimini uçak motorlarından, motosiklet motoru, tarım ekipmanları ve demir yolu frenleri üretimine kaydırmaya karar verdi.
Bu kararın etkisiyle BMW, operasyonlarını güçlendirmek için 1922’de farklı üretim şirketleriyle de birleşti ve yeni bir dönemin kapısı aralandı.
BMW’nin ilk hamlesi kendi motosikletini piyasaya sürmekti. Böylece R32 modeli ortaya çıktı!
1923 yılında üretilen dünya hız rekorunu kıran bu model, BMW’nin Avrupa’da mühendislik konusundaki ustalığı ile tanınmaya başlamasını sağladı.
BMW, başarılı hamleler yapmaya ve mühendislik harikası ürünler üretmeye devam etti.
1928’de ilk otomobilini üretti ve bu durumu BMW’nin bir otomobil firmasıyla birleşmesi izledi.
BMW artık yalnızca bir motor üreticisi değil, aynı zamanda bir araç üreticisiydi!
Popp BMW’nin tüm potansiyelini kullanmaya kararlıydı ve Versay Antlaşması’nın etrafından dolanmanın bir yolunu buldu.
BMW hızla büyürken satın aldığı şirketlerden bir tanesi bir Amerikan şirketiydi. Bu durum BMW’nin Versay Antlaşması’nı atlatmasını ve uçak motoru üretimine yeniden başlayabilmesini sağladı.
1933 ve 1945 yılları arasında BMW uçak motoru üretimine devam etti. Ancak Popp akıllı bir adamdı ve BMW’nin bağımsızlığının yaklaşan Nazi rejiminin gölgesinde kalacağını öngörerek uçak motoru üretimine fazla yatırım yapmaktan kaçınmıştı.
Popp haklı çıktı ve Nazilerin direktiflerine uymadığı için görevinden alındı…
Bunun ardından, savaş boyunca bir nevi Naziler tarafından çalıştırılan BMW, hiç olmadığı kadar kötü bir durumdaydı.
Savaşın ardından BMW fabrikalarından biri Sovyet güçleri tarafından ele geçirildi.
Sovyetler bu fabrikada kendi kullanımları için araç üretmeye devam ettiler ama BMW logosundan da vazgeçmediler.
Bu bile aslında markanın daha o yıllarda ne kadar büyük bir değere ulaştığını gösteriyor.
Sovyetlerin de çekilmesiyle birlikte BMW kaldığı yerden devam etmeye hazırdı. İlk lüks aracını üretti!
1951’de BMW son teknolojiyi sergileyen lüks bir model üretti. BMW 501!
Ancak o yıllarda BMW’nin karşısına pazarı yeniden şekillendirmiş yeni bir rakip çıkmıştı.
Volkswagen, BMW’nin lüks aracının aksine ucuz, şık ve kompakt araçlar sunuyordu. Ki bunlar savaştan yeni çıkmış bir ülkenin tam da ihtiyacı olan türden araçlardı.
Bu sebeple lüks pazarı aslında pek de kârlı değildi. Bu sebeple BMW neredeyse iflasın eşiğine geldi.
Şirket o kadar zor durumdaydı ki Daimler-Benz tarafından satın alınması bile tartışılıyordu.
BMW 5 serisine olan inancını yitirmeyerek yeni modeller üretmeye devam etmişti ancak bu araçlar müşteriler için oldukça pahalıydı.
Daha sonra şu anki Smart araçlarına benzer bir model üretmiş ancak bu araçlar da tüketiciler tarafından beğenilmemişti.
BMW farklı modeller üretmeyi de denedi ama şansı yaver gitmiyordu… Daimler-Benz’se akbaba gibi rakibi BMW’nin peşindeydi.
1959 yılında zengin bir Alman ailesi olan Quandt’lar, BMW’yi batmaktan kurtardı!
Quandt ailesinin yatırımıyla BMW’ye bir son şans verildi ve marka 700 serisini piyasaya sürdü.
Hem mühendislik hem tasarım hem de fiyat açısından harikalar yaratmış bu model BMW’yi iflastan kurtardı ve yeni bir dönemin kapılarını açtı.
BMW başarısına hız kesmeden devam etti ve yeni seriler ve modeller üreterek tüketicileri etkilemeyi başardı.
Artık rekabet arenasında rakipleriyle boy ölçüşebilecek güce gelmişti ve kendisini göstermeye kararlıydı!
1970’ler boyunca başarılı modeller üretmeye devam eden BMW, gözüne Porsche’yi kestirmişti.
Motor sporlarında kendini göstermeye karar veren BMW efsanevi M1’i piyasaya sürdü. Bu model, motor sporları tarihine damgasını vurdu ve BMW’nin farkını kanıtladı.
BMW operasyonlarını küresel boyutta büyütmeye ve farklı şirketler satın almaya devam etti.
M serisiyle kendisini kanıtlayan marka Amerika ve Afrika’da üretim tesisleri kurmasına ek olarak, Land Rover’lar ile tanıdığımız Rover Group’u da 1994 yılında satın aldı.
Daha sonra Land Rover markasını Ford’a satacak olsa da yalnızca MINI ve Rollys-Royce modellerini elinde tuttu.
Sonrası zaten malumunuz. Şu anda BMW, grubunun altında BMW, Rolls-Royce, MINI ve BMW Motosikletleri’ni barındıran güçlü bir oyuncu
Şirket yaşadığı tüm zorluklara rağmen yılmadan ve kalitesinden ödün vermeden gelişmeye devam ederek birçok kişinin hayallerini süsleyen bir otomobil devi hâline gelmeyi başardı.
İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz: